Recent Articles

Atatürk Barajı'nın Kapakları

A+ A-

Aşk, insanlar için vazgeçilmez ve merkezi bir duygudur. Üstelik sade, sıradan, öylesine bir duygu değildir bu. Yoğun, renkli, derin, bendini aşmış bir duygu yoğunluğundan söz ediyoruz.

Uzun bir zaman önce Atatürk Barajı’nı gezmeye gitmiştik. O gün baraj kapaklarının açılıp fazla suyun bırakılacağı bir gündü. Barajı gezdikten sonra çok stratejik bir noktadan baraj kapaklarının açılmasını seyrettik. Muhteşem bir görüntü. Düşünün ki; milyonlarca metreküp su, baraj gölünde birikmiş… Aklımızın alamadığı sayıdaki su damlacıklarından oluşan baraj gölü. Günlerce belki de aylarca birikmiş olan bu su yerinde durmak istemiyor. Akmak, yürümek, yer değiştirmek istiyor. Ama en önemlisi, bir işe yaramak istiyor. Her damlası, ne için varsa onu yapmak için âdeta çırpınıyor. Bir an önce bendini aşmak, yürümek, akmak istiyor uzaklara! Deryanın bir damlası olmak için akmak istiyor.

Ve bir tiyatro sahnesindeki perdenin açılması gibi açılıyor baraj kapakları. Görmeliydiniz suyun yüzlerce metre yüksekten fışkırmasını. Damlaların bir an önce kendilerini dışarıya atmak için nasıl çırpındıklarını görmeliydiniz. Bir yerlere akmak, daha büyük bir bütünün parçası olmak için; engin, durulmuş, keyifli hallerinden hızla vazgeçiyordu su damlaları. Toprağa can vermek ve yeni keşifler yapmak için kendi rahatını bırakıp belki de varlığından vazgeçiyor ve akıyor su. Hem de istekle, heyecanla, muhabbetle, aşkla akıyor. Dünyadaki boşluklar, her türden boş kaplar akan bu su ile doluyorlar.

İşte aşk bu. Bekleyen bir gölün sadık ve sıradan bir damlası olmayı bırakıp, yeni bir yolculuğa çıkmaktır aşk. Kırk yaşındaki kartalın yeniden uçma mücadelesi gibi; yerleşmiş, alışkanlık kazanmış rahatınızdan ödün vermektir. Kendinizden, belki de varlığınızdan geçmektir. Dinamik, hareketli bir süreçtir ve amaca odaklanmaktır aşk. Günlük hayatın sıradanlığı içinde kaybolmamak, merkezini yitirmemektir aşk. Karşılaştığımız olayların, yaşadıklarımızın; bizi “insan” olmaktan uzaklaştırmamasıdır. İnadına insani değerleri korumaktır aşk. Üretmektir, paylaşmaktır, sevmektir. Vermeyi, almaya tercih etmektir. Ve aşk, çukur araziye akan su gibi doldurur hayatın boşluğunu. Doldurur da anlam katar hayata. İnsanı; insan için, insanlık için derinleştirir.

BENDİNİ AŞMIŞ COŞKUN SULAR

Sınırlı düzeyde de olsa bazı kişilerde kendine yönelir aşk. Ama esasen insanın kendisinden çevresine, insanlığa, ötelere yol alır. İyileştirir güzelleştirir, çoğaltır.

Hani “Aşkı için cinayet işledi!” haberlerini dinleriz yahut “Aşkı için canına kıydı!” der ya haber spikeri… Bu olsa olsa aşk sözcüğüne bürünmüş bir kin, nefret ve öfkenin dışa vurumudur. Yahut hayatın yükünü çekmeyecek kadar zayıf bir benliğin, kendine yönelen nefretidir. Çünkü âşık, son demine kadar bile kavuşma derdindedir. Çünkü âşık, kendini bir yolcu olarak görür. Geçtiği yolları güzelleştirir. Güzelleştirerek, geliştirerek yol alır. Nitekim aşk yıkıcı değildir. Âşık, bırakın âşık olduğuna zarar vermeyi; ona iyilik etmek, güzellik yapmak dışında bir düşünce bile geçmez aklından. Çünkü aşkın özünde kişinin kendisi yoktur.

Âşık, bendini aşmış coşkun sular gibi akmak ister. Durağan kalmamak, atıl olmamak, hantal kalmamak, dinamik olmak için akar. Bu maddeden manaya, zarftan içeriğe, parçadan bütüne, geceden gündüze, “var”dan “yok”a doğru giden bir akıştır. Bu savaştan barışa, öğrenilmiş çaresizlikten çözüm üretmeye, konuşmaktan sormaya, tüketmekten üretmeye, çok yerine aza razı olmaya doğru bir akıştır. Zıtlar ile bütünleşen hayatı dolduran bir ahenk, bir uyum, bir renk abidesidir aşk. Ve aşk; bedenin, ruhun merkezinden gelen derin bir merhamettir.